24 Şubat 2016 Çarşamba

    MAKALE-İ  HAN-I  YAĞMA

  Edebiyat-ı Cedide topluluğunun ortaya çıktığı dönemde siyasi ortam gergindi*. Devletin birliğini ve bütünlüğünü bozmamak, korumak için basın yayına sansür uygulanmaktaydı. Bu nedenle Servet-i Fünuncular siyasetten uzak durmuşlar, devrin sosyal problemleri üzerinde durmamışlardır. Anlatmak istediklerini üstü kapalı bir biçimde söylemişler, tabir-i caizse özel bir "şiir dili" oluşturmuşlardır. Bunu yapmak için eserlerinde mecazlara, benzetmelere, imgelere çokça yer vermişlerdir. "Sanat, sanat içindir" anlayışını benimsemişlerdir. Sonuçta Servet-i Fünun dergisinde bir araya gelen edebiyatçılar sanatta faydayı değil, zevki ön plana çıkartmayı amaçlamışlardır**. Batı kaynaklı nazım biçimleriyle birlikte süslü, ağır bir dille; realizm, natüralizm, parnasizm akımlarının etkisiyle ürün verme yoluna gitmişlerdir.***.
  Servet-i Fünuncular arasından Tevfik Fikret, Osmanlı'nın dağılma sürecinde yetişmiştir. Edebiyat-ı Cedide topluluğunun önemli isimlerinden Tevfik Fikret,  "Sanat sanat içindir" anlayışını savunmuş, eserlerinde aruz veznini kullanmıştır. Buna rağmen 1901 yılından sonra toplumsal şiirler yazmıştır fakat şiirini toplumsal amaç için kullanırken şekil özelliklerinden taviz vermemiştir****. Bakınız "Han-ı Yağma" şiirinde Tevfik Fikret, döneminin em önemli sorunlarından birini ele almıştır. Osmanlı tebaasının ve yüksek zümresinin yaşamını görmüş, var olanı insanlara şiiriyle anlatmıştir.
  Han-ı Yağma şiirinde Fikret; Osmanlı tebaasının yaşamını kendi topraklarında devam ettirebilmek için canını, malını feda ederken, aç yaşarken; yüksek zümrenin sanki bu yaşananlar hiç yokmuş gibi, sanki savaş sadece yoksulun savaşıymış gibi, sanki Osmanlı en parlak dönemindeymiş gibi keyiflerince harcamalar yapmasını,  eğlenceleler, yemekler düzenlemesini göz önüne sermiştir. Bunu yaparken, şiirinden taviz vermemiş,  dili ustaca kullanmıştır.


   Sümeyya  BAYRAKTAR



Dipnotlar:
*  tr.wikipedia.org
** http://www.turkedebiyati.org/
*** Türk Edebiyatı 11, Coşku Yayınları, İzmir, 2015, s. 69-70.
**** Türk Edebiyatı 11, Coşku Yayınları, İzmir, 2015, s. 81-82.

21 Şubat 2016 Pazar

BENİM ŞİİRİM

BEYAZ DOKUNUŞ

Beyaz çerçeveli pencereden gözüken
Hareketli küçük beyaz noktalar,
Yaklaşınca anladım ki kar...
Sema taşıyamadı yerin yükünü, 
Bıraktı üzerimize beyaz süsünü
Önce haber verircesine
Tane tane, küçük küçük,
Gökyüzüyle dans edercesine,
Salına salına yağdı kar
Sonra o da sabredemeyip
İzin verdi
Ve ayrı düşen kar taneleri,
Artık yeryüzünde birleşti
İnce, beyaz bir örtü oluştu önce
Kalınlaştı, beyaza boyadı
Çatıları, ağaçları, yolları, çimenleri
Küçüğü büyüğü uzak kalamadı daha fazla
Attı kendini sokaklara, karlara



      Sümeyya  BAYRAKTAR

BENİM HİKAYEM

BİRKAÇ  PARÇA  UMUT


   Daha on bir yaşında o babasını, annesi ise hayat arkadaşını kaybetmişti. Biçare annesi yavrularını kimseye muhtaç etmemiş, evin bütün yükünü sırtına almıştı. Yaşayacaktı, çocukları için ayakta duracaktı. Artık her gün o, küçük kızı ile ev temizliğine, oğlu Murat ise okuluna gidiyordu.
   Bazı akşamlar Murat ödevlerini bitirdiğinde, küçük Makbule de tek başına oynamaktan sıkıldığında, salondaki bir duvarı boydan boya kaplayan kanapede oturuyor, hayal kuruyorlardı. Bu onların içini rahatlatıyordu. Hele ki Murat'ın hayalleri, hepsinin suratına bir tebessüm, gönüllerine bir umut konduruyordu.
   Murat okuyacak, polis olacaktı. Annesi ve küçük kız kardeşini başının taci edecek, hem onları hem de vatanını koruyacaktı.
   Birkaç yıl geçti, bir gün zavallı anne bir hastalığa yakalandı ve yatağa düştü. On - on beş gün öyle böyle idare ettiler sonrasında Murat bir fırıncının yanında çırak olarak çalışmaya başladı. Fakat buradan aldığı aylık hasta annesinin ilaçlarını almaya zor yetiyor, evi geçirdirmeye yetmiyordu.
   Annenin durumu gün geçtikçe kötüleşiyor, Murat' ın kalbi biricik annesini böyle bitkin görmeye dayanamıyor, sızlıyordu.
   Yıllardır değişmeyen, artık iyice eskimiş olan kanapeye oturdu ve başını ellerinin arasına alarak düşünmeye başladı.. bir şeyler yapmalı ve annesini iyileştirmeli, hepsini içinde bulundukları bu sefaletten kurtarmalıydı. Aniden yerinden fırladı,  mutfağa girdi ve bir bıçak alarak sokağa attı kendini. Artık düşünemiyor sadece üç - beş sokak arkadaki değerli eşyalar satan bir dükkâna doğru ilerliyordu. Kulakları tıkanmış,  sesleri uğultular halinde duyuyordu. Her adımında içindeki korku biraz daha artıyor,  vücudu biraz daha titriyordu. Biraz daha dayanması gerekiyordu, yolun karşısına geçtiğinde her şey bitecekti. Tabi eğer geçebilseydi. Yolun ortasına gelmişti ki birden yere yığıldı. Siyah bir otomobil Murat'a çarpmıştı. Otomobilin içinden düzgün giyinimli bir adam çıktı ve Murat'a yaklaştı, onu otomobile bindirip ahbabı olan bir doktora götürdü.  Ne kadar uğraştılarsa da Murat'ı kurtaramadılar.
   Murat'ın öldüğünü duyan; hastalıklı zavallı annenin kalbi de vücudu da bu acıya dayanamadı ve kendinden geçti. Sonra anlaşıldı ki anne ölmüştü. Bu bedbaht talihli ev halkından geriye sadece Makbule kaldı ve amcası,  ağabeyinin emaneti olarak gördüğü Makbule'yi himayesi altına aldı.

        Sümeyya  BAYRAKTAR